***************************** EZAN DİNMEZ BAYRAK İNMEZ VATAN BÖLÜNMEZ....!!! *******************************
   
 
  27 mayıs ihtilali ve sürgüN

27 MAYIS İHTİLÂLİ VE ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN ŞAHSINDA
14'LERİN SÜRGÜNE GÖNDERİLMESİ

İhtilâli Hazırlayan Sebepler1957 milletvekili seçimlerinden sonra gerek ortamın sosyo psikolojik durumu gerekse iktisadî sıkıntılar iktidar ve muhalefetin dengeli bir politika izleyememesi ihtilâli hazırlayan sebepleri ortaya çıkarmıştır. Bu sebepleri iktidarın tutumu, bunların altında tahkikat encümeni, aleyhte propaganda, ordunun durumu olarak incelemek mümkündür.İktidarın Tavrı İktidar, 1957 seçimlerinden sonra muhalefete karşı daha sert bir tutum içerisine girmiştir. Yeni dönemin başlangıcında TBMM iç tüzüğünde yapılan değişiklikler muhalefetin gelişmesine engel olmak niyetiyle yapılmış düzenlemelerdi. Bu düzenlemeler, özetle milletvekillerinin denetim haklarının kısıtlanması, dokunulmazlıkların kaldırılmasının kolaylaştırılması ve verilebilecek cezaların artırılmasıdır.İktidarın adlî konuda yaptığı tasfiye kamuoyunda büyük tepkiye yol açmıştı. CHP, meclis tahkikatı istemiş ve Ankara barosu toplantı yapmıştır. Hâkimler çevresinde de DP iktidarına karşı güvensizlik yayılmıştı.Mevcut basın kanunu zaten antidemokratik hükümler taşıyordu. Basına özgürlük vaadleriyle gelen DP, bu hükümleri kaldırmak yerine yeni kısıtlamalar getirdi. Bu durumu Celâl Bayar; "En iyi niyetlerle demokrasiyi tesis etmeye gelmiş bir parti, basından vatandaş haklarına kadar bütün anayasa alanlarında en geniş kapıları açmış fakat bu hürriyetlerin suiistimali karşısında tedbir ala ala, dar hürriyetli bir idare hâline gelmiştir"  diyerek açıklamaktadır. Muhalefetin propaganda boyutlarını göz önüne alırsak, açıklamanın bir anlamda doğru olduğunu düşünülebiliriz. DP, basını sıkı bir şekilde kontrol altına aldı. Üniversitelere de yeni yükümlülükler getirildi. 1954'de memurlar hakkında çıkarılan kanun üniversite personeline de uygulanmıştı. 1956'da Ankara Üniversite-si'nde görevli bir fakülte dekanı küçük bir sebepten üniversitedeki görevinden uzaklaştırılarak vekâlet emrine verildi. Bu durum protesto edildi ve bazı öğretim üyeleri görevlerinden istifa ettiler. Böylece üniversitelerde iktidar aleyhine hava yaratıldı.20 Nisan 1957'de işçi sendikaları konfederasyonu kapatıldı. Arkasından büyük şehirlerde 5 sendika birliği daha kapatıldı. Aynı zamanda muhalif partilere karşı sert tedbirler alındı. Partilerin seçim sebebiyle propaganda dönemi dışında açık hava toplantısı yapmaları yasaklandı. Kapalı yerlerdeki toplantılar da yörenin en büyük mülkî amirinin iznine bağlandı. Hatta aynı kanunun 13. maddesi "hedef göstermeksizin ateş açmak" yetkisini veriyordu.İktidarın muhalefete katlanamadığının bir delili de 1954 seçimlerinden sonra kendilerine oy vermeyen şehirleri cezalandırma yoluna gitmesiydi. Bu dönemde Malatya ikiye ayrılmış ve ayrılan bölge Adıyaman adını almıştı. Kırşehir ise ilçe yapılmıştı.DP iktidarı dış politikada bloklar arası soğuk savaşı körükleyerek Türkiye'ye yapılan dış yardımı artırmayı amaçlıyordu. Ancak bu durum 1958 Temmuz'unda Türkiye'yi sıcak savaşa sokma noktasına getirmişti. 1959 yazı sonunda, on bir yıldır sabit tutulan Türk lirasının değeri dış piyasalarda düşürüldü. Batıdan alınan yeni kredi taleplerine karşılık bir dizi istikrar önlemi uygulandı. 4 Ağustos'ta yapılan devalüasyon ile Amerikan doları birden bire 2.80'den 5 Liraya çıktı. Enflâsyon yüzde yirmilere fırladı. İhtilâle kadarki dönemde iktisadî durum gün geçtikçe daha kötüye gidiyordu. Enflâsyon sabit gelirli kesimleri korkutuyor, CHP ise bu durumu kullanıyordu.İhtilâlin arifesinde Türkiye'nin gergin bir ortam içinde bulunduğu bir gerçekti. Partiler arası münasebetler tamamıyla bozulmuştu. İktidar, gittikçe artan tansiyonu, uygun tedbirler almak suretiyle düşürmeyi başaramadı. DP'nin en önemli hatalarından birisi olarak kabul edilen bu tedbirsizlik, CHP'nin işine yaramış, silâhlı kuvvetleri, üniversiteyi ve basını iktidar aleyhine harekete geçirmeyi başarmıştır. Türkiye'de iktidar ve muhalefet çekişmesinin tırmandığı bu noktada gerginliği ortadan kaldırma görevi birinci derecede iktidarın vazifesi olmakla birlikte ikinci derecede sorumlu muhalefettir. CHP'nin de aynı yönde gayret sarf etmesi gerekirken bunu yapmamıştır. Dolayısıyla Avni Doğan'ın da belirttiği gibi; "27 Mayıs ihtilâlini CHP yapmamış ancak ihtilâli hazırlamıştır".Muhalefetin Tavrı CHP tek parti dönemini ekonomik ve dış baskılar sonucu iktidarı bırakmak zorunda kalmasına rağmen hem demokratikleşmeyi hem de iktidarı elinde tutmaya devam edeceğini umuyordu. Bu yüzden 1946 seçimlerinde kendi eliyle içinden bir parti kurmuş, ancak güçlendiğini görünce karalama politikasına geçmişti. Amacı demokratik görünüm altında iktidarını sürdürmekti dersek iddialı ama doğru bir tahmin olur.CHP'nin DP hükûmetine karşı ilk günden yönelttiği, on yıl boyunca giderek dozunu arttırarak devam ettirdiği propaganda İsmet İnönü'nün 1931 tarihli konuşmasında sözünü ettiği düzenli ve daimî bir propaganda idi. Ulu orta yapılan karalama ve kötüleme Türk demokrasisine pahalıya mal oldu ve rejimde yaralar açtı. Bu hâl askerî ayaklanma ile devrilmesinde birinci derecede rol oynadı. 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenler işte bu yoğun propagandanın etkisi altında kalınca saldırdılar. R.S. Burçak'ın bu tezinde öne sürdüğü gibi muhalefetin yapmış olduğu aleyhte propagandayı, 27 Mayıs hareketini hazırlayan yegane sebep olarak göstermesi isabetli bir tespit değildir. Ancak bu tip bir propaganda şeklinin ihtilâlin oluşumunda etkisi olduğu açıktır. Bunun yanı sıra ordu içindeki İnönü hayranlığının olayın seyrinde yapmış olduğu etkiyi de göz ardı etmemek gerekir. Nitekim İnönü de ordu üzerindeki tesirini kendisi ve partisi lehine kullanmasını bilmiştir. Ancak İnönü'nün ihtilâl ile doğrudan bağlantısı olup olmadığı kesin olarak ortaya çıkmadığından bu konuda kesin bir hükme varmak mümkün değildir.1957 seçimlerinden önce engellenen muhalefetin güç birliği 1958 sonbaharında gerçekleşti. Ekim ayında Türkiye Köylü Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisine, kasımda Hürriyet Partisi CHP'ye katıldı. CMP, CKMP oldu. CHP'nin ise adı değişmedi.1959 Ocak ortalarında toplanan 14. CHP kurultayı bir "İlk Hedefler Beyannamesi"ni kabul etti. Beyannameyle sağlanmak istenen güç birliği platformunun amaçları ise şu şekilde tespit edildi;Partizanlığın kaldırılması, ikinci meclisin kurulması, seçim güvenliği, anayasa mahkemesinin kurulması, yüksek hakimler kurulu oluşturulması, Memurlara mahkemeye başvurma hakkının tanınması, basın özgürlüğünün anayasa güvencesine bağlanması, üniversite özerkliği, yüksek iktisat şurasının kurulması, sosyal adalet kavramının anayasaya girmesi. Dikkat edilecek olursa CHP'nin muhalefet olarak istekleri iktidarında kendisinden istenilen şeylerdir. Başka bir açıdan bakıldığında DP'nin iktidara gelirken kullandığı sloganlardır.DP'nin güç birliğine cevabı Vatan Cephesi'ni kurmak oldu. 1959 Ocak ayı içinde kurulan Vatan Cephesi Ocakları ile iktidara partinin verebileceğinden fazla taban bulunmaya çalışıldı. Vatan Cephesi'ne katılımlar teşvik ediliyor, belli kesimlerden belli konumlardaki kişiler buna zorlanıyordu.Tahkikat Encümeni1960 yılı Nisan ayındaki İnönü'nün Kayseri gezisi iktidar-muhalefet gerginliğinin doruğa çıkmasına sebep olmuştu. İnönü'yü Kayseri'ye götüren tren yetkililerce durduruldu ve İnönü'den Ankara'ya dönmesi istendi. Geri dönmeyi kabul etmeyen İnönü üç saatlik bir gecikmeyle yoluna devam etti. Ertesi gün DP meclis grubu, muhalefeti bir askerî ayaklanma ve kargaşa tezgahlamakla suçladı ve muhalefetin faaliyetleriyle ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak için bir Meclis tahkikat encümeninin kurulmasını istedi. Bu teklifi benimseyen TBMM, CHP'nin yıkıcı, gayrîmeşru ve kanun dışı faaliyetlerinin ülke genelinde meydana geliş tarzı ve bunların mahiyetinin nelerden ibaret olduğunu tahkik, tespit ve ülkenin her tarafında yaygın bir hâlde görülen kanun dışı siyasî faaliyetlerin çeşitli sebeplerine intikal etmek, matbuat meselesi ile adlî ve idarî mevzuatın ne suretle tatbik edilmekte olduğunu tetkik etmek üzere meclis tahkikatı açılmasını kabul ederek 18 Nisan 1960'ta "Tahkikat Encümeni" kuruldu.Encümen üyeleri, cumhuriyet savcısına, sorgu hâkimine, sulh hâkimine ve askerî amirlere ait bütün haklara sahiptiler. Hükûmetin sahip olduğu bütün vasıflardan istifa etmeye hakları vardı.(Bkz. Düstur, 3.Tertip, C.17, s.998.; AYDEMİR, s.259.) > kuruluşuna imkân veren yasayı onayladı. Tamamıyla Demokrat Partililerin yer aldığı ve tarafsız olması mümkün olmayan bu komisyon, kanun tasarısında da belirtildiği gibi CHP'nin işlediği öne sürülen birtakım fiillere karşı görevlendirilmiştir. Bu fiiller arasında, halkı kanunlara karşı gelmeye teşvik etmek, parti mensuplarını silâhlandırmak, orduyu siyasete karıştırmak, basınla iş birliği yaparak komünizm propagandası yapmak ve halkı hükûmetin meşruiyeti konusunda şüphe ve endişeye düşürmek yer almaktadır. Bu komisyonun kuruluşu ve ortaya çıkışı yasal olmakla birlikte, faaliyetleri sırasında uyguladığı yöntemlerin aynı ölçüde yasal olduğu söylenemez. Komisyon gerektiğinde Meclis dışında faaliyette bulunmaya yetkili kılınmış ve görev süresinin üç ay sonunda bitirilmesine karar verilmiştir. Kanuna göre Tahkikat Encümenine cezaî yetkiler dahil bütün yetkiler tanınıyordu. Bir anlamda artık devlet demek, Tahkikat Encümeni demek olacaktı. Bu durum Türkiye'de demokratik rejimin ve anayasal müstakil düzenin tahrip edilmesi anlamına gelmekteydi. Tahkikat Encümeni'nin kuruluşuyla Meclis İnönü'ye "Halkı isyana ve kanunlara karşı gelmeye teşvik eden sözler sarf ettiği ve Türk milletine, orduya ve TBMM'nin birliğine açıkça saldırdığı" için Meclis çalışmalarına 12 oturum katılmama cezasının verilmesi kararını aldı. CHP gençlik örgütleri Ankara ve İstanbul'da gösteriler düzenleyerek bu karara tepki gösterdiler. Hükûmet bu iki ilde sıkıyönetim ilân etmek zorunda kaldı. Ayrıca gösterilerin yapıldığı illerde üniversiteler tatil edildi. Üniversitelerden gelen bu tepkiyi daha sonra ordudan gelen tepki takip edecektir.Silâhlı Kuvvetlerin Tavrı Çok partili hayata geçiş ile birlikte Silâhlı Kuvvetlerin pozisyonu Demokrat Partililer için daima önemli bir mesele olarak görülmüştür. Demokrat Partililer, İnönü'nün CHP lideri olarak kaldığı süre içinde ordunun CHP'ye sempati duyacağı ve hatta destekleyeceği yönündeki kanaatlerini iktidarları boyunca üzerlerinden atamadılar. DP ordudan bu denli uzak olmalarının getireceği muhtemel sıkıntıları aşmak amacıyla emekli Mareşal Fevzi Çakmak'ı kendi saflarına çekmeye çalıştılar. CHP'nden gelen teklifleri reddeden F.Çakmak 1946 seçimleri öncesinde 14 generalle birlikte DP listelerinden seçime girdi. Çakmak'ı saflarına katan DP böylece İnönü'nün ordu üzerindeki tesirini Fevzi Çakmak ile dengelemeye çalıştı.1946 seçimlerinden sonra CHP yönetiminden memnun olmayan alt rütbeli subaylar DP saflarından siyasete girdiler. Savaş ekonomisinin etkilerini en fazla hisseden küçük memurlardan olan alt rütbeli subaylar büyük yoksulluk çektiler. Bu yüzden CHP rejiminin yıkılmasını, DP yönetiminin daha iyi günler getireceğini umdular. Oysa daha sonra aynı konudaki şikayetlerini DP iktidarı hakkında dile getirmeye başlamışlardı.Hatta 1946 seçimlerinden sonra birkaç genç DP'li parti üyesi, kendi saflarından hareket etmeye istekli genç subaylarla ilişkiye girecek kadar ileri gittiler. Celâl Bayar'ın engel olmasıyla CHP'ye karşı muhtemel bir darbe önlenmiş oldu.DP'liler 1950 genel seçimlerini kazandıktan sonra, askerlerin tepkisi konusunda endişeliydiler. Hatta seçimlerden hemen sonra bütün generaller toplanarak İnönü'yü ziyaret etmiş ve seçim sonuçlarına müdahale etmeyi teklif etmişlerdi. İnönü bunu reddetmiştir.Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra Menderes hükûmeti güvenoyu alır almaz yeni hükûmet, sadakatlerinden kuşku duyulan diğer generallerle birlikte Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını görevden alarak geniş çaplı tasfiye hareketi gerçekleştirdi. Tasfiyenin doğrudan nedeni olarak bir albayın darbe girişimini Menderes'e bildirmesi gösterilir. Ancak İnönü'nün sınıf arkadaşı Abdurrahman Nazif Gürman, Genelkurmay Başkanı iken Menderes'in iktidarda kendini rahat hissetmemesi normaldir. CHP yanlısı basın, bu olayı siyasî istismar konusu yaptı, Silâhlı Kuvvetler de DP karşıtı bir kampanyaya girişti. DP yapılması normal bir hareketin istismar edilmemesi gerektiğini bildirerek CHP'ye uyarıda bulundu.DP, yüksek komutanlardan gelebilecek ilk tehlikeyi bertaraf etmişti. Fakat Silâhlı Kuvvetler içindeki huzursuzluk bu olaydan sonra da devam etti.1955'den sonraki sosyoekonomik koşulların baskısı yüzünden orduda rahatsızlık belirginleşti. CHP'nin baskıcı yönetimi görünüşte yıkılmış fakat yerine gelen yeni iktidarla fazla bir şey değişmemişti. Çok partili sistemde ordu önceden sahip olduğu prestije sahip değildi. DP'liler ekonomik büyümeye her şeyden fazla önem verdiklerinden Silâhlı Kuvvetleri ihmal ettikleri doğruydu. Orduya ayrılan bütçeden devamlı şikayet ediyorlar ve ordu giderlerini NATO'nun karşılamasını istiyordu. 1957 Eylülünde basında bazı subayların emekliye ayrılıp CHP'ye gireceklerine dair haberler çıktı. DP böylelikle ordudaki gidişatı öğrenmiş oldu. Aynı yıl aralık ayında dokuz subay tutuklandı. Savunma bakanlığı geniş çaplı bir komplodan dolayı bu tutuklamaların olduğunu duyurdu. Subaylar mahkemeye çıkarıldılar ve aleyhlerine hiçbir delil bulunmadığından beraat ettiler. Celâl Bayar konu hakkında soruşturma istediyse de meselenin hemen kapatılmasına isteyen hükûmet olayı kapattı. Ancak tehlike ortadan kalkınca gizli örgüt yeniden çalışmaya başladı. General Necati Tacan hareketin liderliğini kabul ettiği günlerde kalp krizi geçirerek öldü. Tacan'ın yerini alan Gürsel hareketin liderliğini kabul etti. Gizli ihtilâl örgütü önemli stratejik görevleri tutmaya başladılar. 1960 başlarında askerî istihbarat durumu sezdi ve Cemal Gürsel 4 Mayıs'ta İzmir're tatile gitti.Alt rütbeli subaylar bu durumdan paniğe kapıldılar. Yeni bir lider arayışı Genelkurmay Lojistik Daire Başkanı Cemal Madanoğlu'nun kabul etmesiyle son buldu.DP, askerî tehdidin daima farkındaydı. 5 Mart 1959 da ABD ile iç tehdit söz konusu olduğunda yardım istemek üzere anlaşmaya varmıştı. Fakat ilginç olan, darbe gerçekleştiği zaman Amerika yardım etmeyi düşünmemiştir. Mete Tunçay bunu DP iktidarını Sovyet Rusya ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmasına bağlar.27 Mayıs Hareketinin Hazırlık Safhasında Alparslan Türkeş'in Yeri ve RolüAlparslan Türkeş, 27 Mayıs İhtilâli ile ele geçirilen iktidar imkânından yararlanmayı Türkiye'nin temel meselelerini çözebilmek için en büyük fırsat bilmiş ve değerlendirmek istemiştir. Bu niyetiyle de ihtilâlin ilk gününden itibaren bütün dikkatleri üzerine toplamış ve uyguladığı hareket tarzı ile ihtilâlin "Kudretli Albayı "olmuştur. İhtilâlden hemen sonra ortaya çıkan ortamda başbakanlık müsteşarlığının önemini kavrayan tek isim Türkeş'tir. İhtilâl sonrasında bu göreve gelecektir. Alparslan Türkeş, Cumhuriyet tarihimizde ihtilâl fikrinin köklerinin çok daha gerilerde olduğunu ve bu tarihin 1941'lere kadar uzandığını söyler. Türkeş bu fikrini şöyle açıklamaktadır; "İhtilâl fikri bu memlekette CHP iktidarı devrinde başlamış ve bu fikir, partilerin memleketin kaderini daima uçurumlara doğru sürüklemeye devam ettikleri 27 Mayıs 1960 yılına kadar gelmiştir. Bilmem kaç milyon taraftarı olan bir DP'yi askerî kuvvetin muhatabı olarak değerlendirmek 27 Mayıs'ı asıl gayeler ile anlamamış, anlayamamış olanların, acz dolu kanaatlerinden başka bir şey olamaz ". Alparslan Türkeş, Türkiye'nin 1940'lı yıllardaki durumunu şöyle anlatır; "Memleket tek parti diktatörlüğü altındaydı. Devletin başında bulunan İnönü askerlikten yetişmesine rağmen orduya karşı vefasız ve ilgisizdi. Etrafındaki general ve yüksek rütbeli subayların fikri de değişik değildi Asker ocağı bakımsız ve perişandı. Subaylık bir mahkûmiyet ve mahrumiyet mesleği hâline gelmişti. Türk ordusunun bakımı noksandı. Askere yeteri kadar ayakkabı, elbise, donatım, battaniye verilmiyordu .O sıralarda yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış olan başka devletlerin modern zırhlı birliklerine karşı Türk Ordusunun elinde at ve manda arabaları ile deve ve merkep kolları bulunuyordu. Ordu ve millet bu durumda iken Millî Şef ve etrafındakiler kendi köşklerinde rahat bir şekilde yaşayıp gidiyorlardı. Köşkle halkın arasındaki irtibat tamamen kopmuştu. Durum korkunçtu. Memleket baştan başa bir facia içindeydi. Bir tarafta ahlaksızlık diğer tarafta hastalık ve açlık , perdenin iplerini ellerine almış, trajedinin sonunu ilân etmek ve sahneyi bitirmek için sabırsızlanıyordu. Bu perdeler kapansaydı, bugün bir Türkiye olmayacaktı ve biz harbi, II. Cihan Savaşı'na katılmadan en feci şekilde kaybetmiş olacaktık...". Türkeş'in çizdiği bu tablo Türkiye'de ihtilâl fikrinin doğmasına ve gelişmesine zemin hazırlayan sebeplerdir. Türk toplumunun içine düştüğü buhran orduda da etkisini göstermiş, bir grup subay İnönü idaresini devirmek üzere 1942-1943 yıllarında teşebbüse geçmişti. Ancak bu ilk teşebbüs sonuçsuz kaldı. Hemen hemen aynı dönemlerde gerçekleştirilen ikinci teşebbüste, daha çok alt rütbeli subaylar toplanarak ihtilâl gruplarını oluşturmuşlar ve ciddî bir çalışma devresine girmişlerdir. Bu dönemde üç ayrı tarih üzerine anlaşma sağlanmış olmasına rağmen merkez ihtilâl kadrosu üyeleri, sivil iktidara son bir müddet daha verilmesi hususunda fikir birliğine vararak harekâtı son anda durdurmuşlardı. Buna rağmen bazı gruplar aralarında toplantılar yapmaya devam etmişlerdir. İhtilâl plânından vazgeçilmesindeki asıl sebep ise II. Cihan Harbi'dir. Toplantılarına ara vermeyen grup içinde olan Türkeş, 27 Mayıs Hareketi'ni hiçbir zaman bir ihtilâl olarak kabul etmemiştir. Onun ihtilâli değerlendirmesi şu şekildedir; "Biz bu harekete bir asayiş hareketi ve Ak Devrim dedik, 27 Mayıs bir ihtilâl değildir, bir ihtilâl olarak hazırlanmamıştır". Türkeş 27 Mayıs Hareketi'ne katılışını da şöyle nakleder; "ihtilâle 1958-1959 yıllarında muttali oldum ve ondan sonra arkadaşların arasına katıldım. İlk defa Talat Aydemir'den böyle bir teşkilâtlanma olduğunu duydum .Bir gün beni ziyarete geldi "Biz bu hükûmeti devirmek istiyoruz siz de bizimle beraber olur musunuz? " diye bana teklifte bulundu. Ben "Devirip ne yapacaksınız?" diye sordum, "Halk Partisi'ni, İsmet Paşa'yı getireceğiz. İsmet Paşa büyük adamdır vs, gibi şeyler söyledi." Buna Türkeş'in tepkisi sert olmuştur. "Ben ordunun politika dışı kalması görüşündeyim. Atatürk'ün de bir gelenek olarak orduya tavsiye ettiği çok eskiden beri bu olmuştur. Binaenaleyh bunu tasvip etmiyorum, ayrıca da bir siyasî partiyi tutup onunla beraber olmayı diğer bir partinin iktidarına karşı hareket yapmayı da Türk Silâhlı Kuvvetlerinin şerefine uygun görmüyorum, çünkü Türk Silâhlı Kuvvetleri beraberliği temsil eden bir kuvvettir. Herhangi bir partiyle iş birliği yapıp milletin yarısından çoğunu temsil eden diğer bir partinin üstüne yürümesi onun iktidarına devirmesi o partiye karşı hareket etmesi millî birliği zedeler. Bu sebeplerden teklifinizi kabul edemem"  demiştir. Talat Aydemir'e ret cevabı vermesine rağmen Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı'nın kendisini ziyaret ederek Silâhlı Kuvvetler içindeki oluşumun içinde yer almasını istemesine karşı çıkmamıştır. Ateşdağlı'nın teklifini kabul eden Türkeş Elazığ'da bulunduğu 1958 yılında ordu içindeki gizli teşkilâta girmiş oluyordu. Daha sonra yarbaylığa terfi ederek Ankara'ya tayin oldu. Ankara'da iken Albaylığa yükselen Türkeş burada gizli teşkilâtın Ankara grubu ile temasa geçti. Türkeş, Ankara'da bulunduğu sıralardaki temaslarında ihtilâlin kaçınılmaz bir hâl aldığını ve bunu yapmaya kararlı grupların Ankara, İstanbul ve Konya illeri başta olmak üzere varlığının farkındaydı. Fakat bu kişilerin ülkenin durumunu düzeltecek bir programları da yoktu. Türkeş, ihtilâlcilerin fikrî yapılarını ve ihtilâlin niçin ve kimler için yapılmak istediğini tespit etmişti. İşte bu anlayışladır ki, ihtilâle katılabilmesi için gerekli ve vazgeçilmez şartlarını tespit etti; "DP iktidarını devirip Halk Partisi'ni iktidara getirmek çözüm değildir. Bütün partilere karşı adaletli, iyi niyetli ve tarafsız bir tutum içinde davranılmalıdır. Şayet DP'lilerin suçlu olanları varsa onlar mahkemeye verilir. Haklarındaki hüküm ancak mahkeme kararıyla tespit edilir ."Gizli örgüt içerisinde özellikle Ankara grubu, yapılması düşünülen muhtemel hareketin DP'yi devirip yerine İsmet Paşa'yı geçirme gibi Türkeş'e göre çok farklı bir amaca yönelik mahiyet arz etmekteydi. Ankara'da cereyan eden toplantılarda daima İsmet Paşa ve CHP tartışması meydana gelmekte dolayısıyla gizli örgüt kuruluş amacında uzaklaşmaktaydı. 27 Mayıs Hareketi'ni gerçekleştiren bu kadronun fikrî ayrılığı, hareket sonrasında da etkisini göstermiş 27 Mayıs'ın kendi içinde geliştirdiği mantığı başlangıçtaki hedef ve ilkelerden saptırmıştır.Bu noktada Alparslan Türkeş'i fikrî anlamda farklı kılan, 27 Mayıs Hareketi'ni, DP'ye kızarak CHP taraftarlığına dönüştürmemek, dolayısıyla siyasî partilere eşit mesafede bulunmak şeklindeki düşüncesidir. Alparslan Türkeş daha sonraki dönemlerde farklı bir çizgi takip ederek ihtilâlin nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiği hususunda müstakil bir program ortaya koydu. Alparslan Türkeş'in ihtilâlden önceki plânı şu şekildeydi;1. İhtilâlden sonra idareyi ele alacak olan Millî Birlik Komitesi tam manasıyla demokratik bir meclis olarak çalışmalıdır. Yasama Meclisi, askerî bir karargâh ve cunta hüviyetinde olmamalıdır. 2. Millî Birlik Komitesi idare cihazı, siyasî gruplara karşı mutlak bir tarafsızlık göstermelidir.3. Devrim adaleti, siyasî tercih ve tesirlerden uzak tutulmalıdır.4. Seçim alelâcele değil, en uygun zamanda ve ortamda yapılmalı, mutlak dürüstlüğe riayet edilmelidir. 5. Demokrat Parti'ye oy veren vatandaş kütlelerini suçlu görmek, siyasî haktan mahrum etmeyi düşünmek hatadır. Seçimin meşru ve dürüst sayılabilmesi için halka sadece seçme hakkı değil, tercih etme imkânı da verilmelidir. Hazırlanacak anayasada belirtilecek prensipleri benimseyen yeni partilerin kurulmasına müsaade edilmelidir.6. Seçimlere kadar geçecek süre içinde Millî Birlik Komitesi uzun yıllar köhnemiş siyasî kadro ve liderlerin oy kaygısı, zümre menfaati düşünmesiyle ele alamadığı ana millî davaları, halk vicdan ve idrakine sunacak ve bu konularda köklü reformlara girişecektir. 7. Millî Birlik Komitesi, seçimlere kadar bir Kurucu Meclis'le birlikte teşrii organı olarak görev yapacak, seçimlere Millî Birlik Partisi olarak girecektir.Türkeş'in yaptığı ihtilâl hazırlıklarına en fazla desteği Talat Aydemir, Dündar Seyhan ve Sadi Koçaş veriyordu. Türkeş daha sonraki gelişmeler içinde şöyle diyor; "Kurduğumuz ihtilâl teşkilâtı 14 Eylül 1959'da, Millî Birlik Komitesi adı altında faaliyete geçti. Ondan evvelki hazırlıklarımız bir proje hâlindeydi. Fakat temeli 14 Eylül 1959'da atılmıştır. Komitemiz çalışmalarında tam bir birlik teminini kabul etmiştir. 27 Mayıs şimdiye kadar eşi görülmeyen, gayet güzel ve örnek derecede plânlanmanın eseridir. Bunun içindir ki 27 Mayıs sabahı üç buçuk saatte memleketin bütün idaresini ele almıştır". Türkeş'in 14 Eylül günü Ankara Gençlik Parkı'nda yaptığı bu gizli toplantıya kendisinden başka Sezai Okan, Osman Köksal, Suphi Karaman, Sadi Koçaş, Kadri Kaplan, Dündar Seyhan, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı ve Rıfat Baykal katıldılar. Toplantıda Alparslan Türkeş, hazırladığı ihtilâl programını anlatarak arkadaşlarının desteğini aldı. Toplantının sonucu Kara Kuvvetleri Komutanı olan Cemal Gürsel'e bildirildi ve Gürsel komiteye on birinci üye olarak katıldı.27 Mayıs Hareketi 1960 yılı Nisan ayına gelindiğinde DP ve CHP'nin hesaplaşması hat safhaya ulaşmıştı. Her iki parti lideri Türkiye'nin çeşitli yörelerine giderek yaptıkları konuşmalarda birbirlerini suçluyorlar ve zaten yüksek olan siyasî tansiyonu daha fazla körüklüyorlardı. Bu arada 25 Nisanda Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilân edildi.Artık "ihtilâl" sözcüğü siyasî çevrelerde telâffuz edilmeye başlamıştı. İnönü Saidi Nursi'nin desteği ile hareket eden Menderes ve ekibini hedef göstererek "şartlar tahakkuk olunca ihtilâl bir hak olur" deme gafletini gösterebiliyordu. DP ise "CHP ihtilâl bayraktarlığı yapan tehlikeli bir fesat ocağı hâline geldi" şeklindeki beyanlarıyla âdeta ihtilâlin oluşumunu kolaylaştırıyordu.1960 yılı Mayıs ayında Menderes, halk üzerindeki prestijine rağmen üniversite, basın, ordu ve bürokrat desteğini tamamen kaybetmişti. Ordu içerisindeki ihtilâlci subaylara fırsat veren kargaşa ortamı 27 Mayıs gününe kadar devam etmiştir. İhtilâli hisseden DP, 27 Mayıs'ın hemen öncesinde askere yeni ve yüksek derece ve lojman sözü verdi. Ayrıca 21 Mayıs yürüyüşünde tutuklanan Harp Okulu öğretmenleri ve daha önce tutuklanmış subaylar serbest bırakıldı. Ancak geç kalınmış bu tedbirler ihtilâli durdurmaya yetmedi. Sonuçta beklenen ihtilâl nihayet gerçekleşti. 26 Mayıs günü akşamı İstanbul ve Ankara ihtilâl grupları harekete geçti. İhtilâl aynı gece Harp Okulu'nda başladı. Ankara Radyosu Alparslan Türkeş tarafından ele geçirildi. Türkeş'in bizzat kaleme aldığı ilk tebliğ ihtilâlin amaçlarını ortaya koyması bakımdın tarihî önemi haizdir. Alparslan Türkeş tarafından okunan ilk tebliğ şu şekildeydi;"Aziz Vatandaşlar; Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır. Bu hareket Silâhlı Kuvvetlerimiz, partiler içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak , idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz hiç kimse hakkında şahsîyata müteallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs etmeyeceği gibi edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri esasına göre muamele görecektir.Bütün vatandaşların partilerin üstünde aynı milletten, aynı soydan gelmiş evlâtları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri ıstıraplarımızın dinmesi ve millî varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir.Kabineye mensup şahsiyetlerin Türk Silâhlı Kuvvetlerine sığınmalarını rica ediyoruz. Şahsî emniyetleri kanun teminatı altındadır. Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasasına ve İnsan Hakları prensiplerine tamamıyla riayettir.Atatürk'ün "Yurtta sulh, Cihanda sulh "prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO'ya inanıyoruz ve bağlıyız CENTO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. Tekrar ediyoruz düşüncemiz "Yurtta sulh, Cihanda sulh"tur". Bakanlar ve meclis üyeleri 27 Mayıs günü yakalanarak Kara Harp Okuluna götürüldüler. Siyasî partiler faaliyetten alıkondu. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar köşkten alındı. Menderes ise Eskişehir'de tutuklanarak Ankara'ya getirildi. 27 Mayıs Harekâtı'nın mana ve maksadı, Türk milletine ve bütün dünyaya ilk defa Türkeş'in beyanı ile açıklanmış ve duyurulmuştur. Bundan önce üç adet tebliğ yayımlanmış olmasına rağmen hiçbirisi hareketin amaçlarını tam manasıyla açıklayacak mahiyette olmadığından Türkeş'in Ankara Radyosundan okuduğu tebliğ "İhtilâlin ilk sesi ve mesajı" olarak kabul edilmiştir. Bu konuşma aynı zamanda Türkeş'in hareket konusundaki düşüncelerin aksettirmesi bakımından da önemlidir. Türkeş bu konuşmasında Türkiye'nin niçin ve nasıl böyle bir noktaya getirilmiş olduğuna en doğru teşhisi koyuyordu. Açıklamanın tatmin ve ikna edici olması Demokrat Partililerin bile ihtilâlcilerin ilk beyanlarına güvenerek memnuniyetlerini dile getiren açıklamalarda bulunmalarına sebep olmuştur. Türkeş, bu harekete Silâhlı Kuvvetler vasıtasıyla partilerin içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtulması ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiştir."Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa ve zümreye karşı değildir. İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyete müteallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs etmeyeceği gibi edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup olursa olsun her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri esasların göre muamele görecektir" diyerek 27 Mayıs Hareketi'ne muhatap olanlara teminat vermiş oluyordu.Yine ihtilâlin ilk gününde Türkeş yerli ve yabancı basın mensuplarına hareket hakkında bilgi vermiş, "Türkiye'de demokrasiyi saplandığı çıkmaz sokaktan kurtarmak istedik. Hiçbir şahsî ihtirasımız yoktu. Sadece millete hür ve serbest seçimlerin yapılması imkânını sağlamak gayesiyle hareket ettik..." demiştir. Türkiye'de ordunun idareyi ele alması, batı âleminde müspet karşılanmış ve "beklenen hadise" olarak yorumlanmıştır. İtalyan gazeteleri 27 Mayıs Hareketi'ni "Atatürk'ün ruhu Türkiye'de galip geldi" başlığıyla duyurmuş, İngiliz basını ise "Genç Türklerin Hareketi" başlığıyla konuya geniş yer vermiştir. Yunanistan 27 Mayıs Hareketi'ne karşı tepkisiz kalmış, Güney Kore, DP iktidarının devrilmesini memnuniyetle karşılamış, Irak ise "olay Türkiye'yi ilgilendiren bir iç meseledir" yorumunda bulunmuştur. Türkeş'in şahsî gayretlerine rağmen 27 Mayıs hedefinden saptırılmış, tarafsızlığını koruyamamıştır. Türkeş bu konuda şöyle diyor; "İlk gününden itibaren tarafsızlığına adaletli tutumuna saldırılar başladı. Şahsen beni birçok kimseler ziyaret ettiler. Siz bu tarafı yıktınız, bu taraf hiçbir zaman sizi tasvip etmez, bir kere o tarafın düşmanlığını üzerinize çektiniz. Şimdi CHP'ye karşı çıkıyorsunuz. İsmet Paşa'ya da el uzatmıyorsunuz. Onunla da iş birliğine yanaşmıyorsunuz. O hâlde kime dayanacaksınız dediler". Hâlbuki 27 Mayıs hiçbir parti ve zümreye karşı, herhangi bir zümre veya parti lehine yapılmış olmayıp Türk milletinin lehine yapılmıştır.İhtilâlcilerden bir grubun DP'yi yıkıp, yerine hemen İnönü'yü ve CHP'yi iktidar etme heyecanı ihtilâlin tarafsızlığını ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur. Diğer önemli âmil de ordunun başardığı harekâtın birtakım ilim adamı hüviyeti taşıyan kimselerin fikrî yapısına teslim edilişidir. Millî Birlik KomitesiAskerî darbeyi gerçekleştiren subaylardan 38 kişinin yer aldığı Millî Birlik Komitesi 18 Haziran 1960 tarihinde ilk açıklandığında şu isimlerden meydana gelmekteydi;

Orgeneral Cemal Gürsel, Orgeneral Fahri Özdilek, Tümgeneral Cemal Madanoğlu, Tuğgeneral İrfan Baştuğ, Tuğgeneral Sıtkı Ulay, Albay Ekrem Acuner, Albay Mucip Ataklı, Albay Osman Köksal, Albay Fikret Kuytak, Albay Sami Küçük, Albay Haydar Tunçkanat, Albay Alparslan Türkeş, Yarbay Refet Aksoylu, Yarbay Fazıl Akkoyunlu, Yarbay Orhan Kabibay, Yarbay Mustafa Kaplan, Yarbay Suphi Karaman, Yarbay Sezai Okan, Yarbay Ahmet Yıldız, Binbaşı Emrullah Çelebi, Binbaşı Orhan Erkanlı, Binbaşı Vehbi Ersü, Binbaşı Suphi Gürsoytrak, Binbaşı Kadri Kaplan, Binbaşı Muzaffer Karan, Binbaşı Mehmet Özgüneş, Binbaşı Şükran Özkaya, Binbaşı Şefik Soyuyüce, Binbaşı Dündar Taşer, Yüzbaşı Münir Köseoğlu, Yüzbaşı Selahattin Özgür, Yüzbaşı Rıfat Baykal, Yüzbaşı Ahmet Er, Yüzbaşı Numan Esin, Yüzbaşı Kâmil Karavelioğlu, Yüzbaşı Muzaffer Özdağ ve Yüzbaşı İrfan Solmazer.

Menderes döneminde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Cemal Gürsel emekli olma hazırlığı içerisindeyken ihtilâl kadrosu tarafından MBK Başkanlığına getirilmiş harekâtın hemen sonrasında ise Devlet Başkanlığı görevini de üzerine almıştı. Aynı zamanda Silâhlı Kuvvetler Komutanı ve askerî hükûmetin başbakanı durumundaydı. Esasında Cemal Gürsel 27 Mayıs Hareketi için alelâcele aranan ve son anda bulunan bir başkan konumundaydı. Hiçbir zaman 27 Mayıs Hareketi'nin ağırlığı ve sorumluluğunu üzerine alabilen bir lider olamadı. Çünkü lider, teşkilâtçılığı ile tebarüz edebilen ve halkın önünde gidebilendir. Lider tayin olunmaz, kendi kendini tayin eder. Lideri toplum yaratır ve toplumun istek ve temayülleri besler. MBK'nin faaliyetlerinin başlamasıyla birlikte komite içinde iki farklı temayülün ortaya çıktığı görülmektedir. Birinci temayüle göre; MBK en kısa zamanda yeni bir anayasa ve seçim yasası hazırlayarak ülke yönetimini yapılacak seçimler vasıtasıyla sivillere devretmeliydi. Bu temayülün liderliğini İnönü ve CHP yapmaktaydı. İkinci temayüle göre ülkenin içinde bulunduğu anarşiden siyasî partilerin sorumlu olması nedeniyle askerî yönetim birkaç yıl sürmeli ve birtakım reformlar gerçekleştirildikten sonra yönetim sivillere bırakılmalıydı. Bu temayül ise özellikle Türkeş ve ekibi tarafından benimsenmiştir. MBK, 12 Haziran 1960'da bir anayasa değişikliğini benimseyerek kendi yönetimine hukukî bir dayanak sağlamıştır. 12 Haziranda yapılan değişiklikle 1924 Anayasasıyla TBMM'ne ait olduğu kabul edilen bütün görev ve yetkiler MBK'ye devredilmiştir. Ayrıca yasa ile DP iktidarı yargılanmak üzere bir "Yüksek Adalet Divanı" kurulmuştur.MBK'nin en önemli tasarrufu 2 Ağustos 1960'da gerçekleşti. Ordudan beş bin subay emekliye ayrıldı. 42 sayılı kanunla gerçekleştirilen bu tasfiye hareketi ordunun reorganizasyonu ve gençleştirilmesine yönelik olduğu kadar, MBK'nin ordu üzerindeki otoritesinin sağlamlaştırılmasına da hizmet etmiştir. 28 Ekim 1960'da ise 147 öğretim üyesi üniversiteden uzaklaştırıldı. Üniversiteden tasfiye edilen profesörlerin aşırı solcu, partizan ve ahlâkî zaafları olduğuna dair iddialar bu hareketin meydana gelmesindeki yegane sebep olarak görülmektedir. MBK tarafından gerçekleştirilen ordudaki tasfiyelere o günkü şartlarda önemli bir tepki gösterilmezken, komitenin üniversitede giriştiği tasfiye eylemi tartışma ve tepkilere yol açmıştır. Tembel, yeteneksiz veya rejim düşmanları oldukları iddiasıyla 147 öğretim üyesinin üniversiteden atılmaları üzerine üniversite rektörleri Turhan Feyzioğlu, Sıddık Sami Onar, Fikret Narter ve Suat Kemal Yetkin istifa ederek, MBK'nin tasfiye hareketini protesto etmişlerdir. Ord.Prof. Ekrem Şerif Egeli, Ord. Prof. Ali Fuat Başgil, Ord.Prof. Recai Galip Okandan, Ord.Prof. Mazhar Şevket İpşiroğlu, Ord.Prof. Ratip Berker, Prof. Tarık Zafer Tunaya, Prof. Takiyettin Mengüşoğlu, Prof. Sahabattin Eyüboğlu, Prof. Yavuz Abadan, Prof. Bülent Nuri Esen, Prof. Aziz Köklü, Prof. Emin Bilgiç, Prof. Hasan Eren, Prof. Zafer Baykoç, Prof. Nusret Hızır, Prof. Tevfik Berkan, Prof. Memduh Yaşa, Prof. Mina Urgan, Doç. İsmet Giritli, Doç. Adnan Benk, Doç. Mukbil Özyörük, Dr. ihsan Ünlüer, Doç. Haldun Taner, Asistan Özer Ozankaya... gibi çeşitli ilim dallarındaki çalışmaları ile tanınan 147 öğretim üyesine ancak 28 Mart 1962'de çıkarılan kanun ile üniversiteye dönme imkânı sağlandı.147'ler olayı, MBK ve ordu faaliyetleri destekleyen aydınlar arasında da ciddî sürtüşme ve kırgınlığa yol açmıştır.Türkeş, ihtilâlden sonra Başbakanlık Müsteşarlığı görevine getirilmişti. Ancak O, Cemal Gürsel'in kendisine olan itimadı ile fiilen başbakanlık görevini de ifa ettiğini belirtmektedir. Bunu yaparken de çok aksayan şeylerle karşılaştığını, hiç arzu edilmediği hâlde kendi nam ve hesaplarına haksızlıklar, baskılar, tecavüzler yapıldığını tespit ettiğini söylemektedir. Türkeş'in tarafsız tutumu bazılarının düşünce ve niyetlerine büyük engel teşkil ediyordu. Türkeş bu durumu eserinde şöyle açıklar; "Benim bir iki partiye karşı da tarafsız tutumum derhâl Halk Partisi'nden ve komitedeki Halk Partili arkadaşların arasında aleyhime bir cereyanın yaratılmasına sebep oldu. Ben ortada kaldıkça iktidar koltuğuna ulaşamayacaklarını biliyorlardı. İnönü'nün uzun yıllardan beri kendi emellerine engel saydığı kimselere karşı kullandığı feci iftiralar ve propagandalarını bu defa da bize karşı seferber ettiler. Bunlardan birisi ırkçılık ve komünistlerin deyimi ile "Kafatasçılık" ithamı idi. Vaktiyle de Turancılık ve Irkçılık davasını nasıl bir evham ve kötü niyet esasına dayanarak uydurulmuş olduğu ve bu dava dolayısıyla yapılan işkenceler, adaleti lekeleyen tutumları hatırlamak icap eder... İnönü ve çevresi eski oyunlarına yeniden başvurmuşlardır". Türkeş, Millî Birlik Komitesi'ne ağırlığını koyarak, ihtilâle ve onun tarafsızlık vaadine gölge düşürmemesi için, siyasî partilerle temas edilmemesi yolunda bir karar alınmasına muvaffak olmuştur. Fakat ne yazık ki alınan bu kararın uzun süre geçerli olmasına komite üyelerinden bazılarının art niyetleri engel olmuştur. CHP ile MBK arasında kurulan bağ ile Halk Partisi yöneticileri komitede cereyan eden görüşmeler ve kararlar hakkında bilgi sahibi oluyorlar ve parti görüşlerini empoze etme imkânı buluyorlardı. İnönü'nün aradığı fırsatı da zaten bizzat Cemal Gürsel İnönü'yü telefonla arayarak yaratmıştı. MBK'de cereyan eden bütün görüşmeleri ajanları vasıtasıyla anında öğrenen İnönü, seçimlerin vadedilmediği gibi en kısa zamanda yapılacağından endişe etmeye başlamıştır. Bu nedenle bir emrivaki yaparak Cemal Gürsel ile görüşmüş ve MBK'nin tarafsızlık ilkesi böylece ihlâl edilmiştir. Gürsel-İnönü görüşmesi Türkeş grubu üzerinde son derece menfi bir tesir yaratmıştı. Telâfisi için bir çare gerekliydi. Türkeş grubu kamuoyundaki yanlış intibaı silmek için, Bölükbaşı'yı Cemal Gürsel ile görüştürme formülünü buldu. Ve bu görüşme gerçekleşti.Türkeş grubu, baştan beri takip ettikleri tarafsızlık tutumunun bir gereği olarak, CHP'nin tavırlarına karşı açıkça vaziyet alınmasına karar vermiş ve bu maksatla da 32 numaralı MBK tebliğini yayımlatmışlardır.

"Aziz Vatandaşlar,Bazı kimselerin millî inkılâp hareketini, kendi partilerine mal ederek vatandaşlar arasında propaganda yapmakta ve diğer parti mensupları üzerinde baskıya yeltenmekte oldukları muhtelif kaynaklardan öğrenilmiştir....Millî İnkılâp, hiçbir şahsın hiçbir zümrenin lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetlerinin teminatı, iktisadî kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde her türlü çalışma yerlerinde, kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.İdarî makamların bölgelerinde vaki olacak bu gibi hareketlerin üzerinde hassasiyetle durmalarını rica ederim".

Tebliğ Cemal Gürsel'in imzasını taşıyordu. Yine aynı şeklide Türkeş ve arkadaşlarının tesir ve telkiniyle Cemal Gürsel 27 Haziranda Türkiye Radyolarından bir de konuşma yapmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi ihtilâlin amacından sapmasındaki bir diğer amil de "ilim adamları" olarak davet edilen kişilerin tutumu olmuştur. Türkeş tanınmış hukuk profesörlerinin normal hukuk kurallarına itibar etmeyip, ihtilâlin kendisine has hukukunun işlerliğini telkin edişlerini de şöyle izah etmektedir ; "Yassıada mahkemeleri için hazırlık yapıldığı bir sırada bazı profesörlerden bir teklif geldi.Celâl Bayar, Refik Koraltan'ın yaşları ileridir. Bunları işledikleri suç itibariyle idam cezası verilmelidir. O hâlde Türk Ceza Kanunu'ndaki 65. madde değiştirilmeli. Ben buna karşı çıktım. Hukukta bir prensip vardır, cezalar makable şamil olmaz. Değiştirdiğimiz kanunu o tarihten öncesi fiiller için uygularsak, tarih önünde sorumlu oluruz. Bunu yapmayalım, dediğimiz zaman bir profesör kalktı bana dedi di; "Hayır siz yanlış düşünüyorsunuz. İhtilâllerde bu olur. Şimdi normal hukuk cari değildir. İhtilâl hukuku caridir. Yani ihtilâl hukukunda böyle bir prensip bahis konusu edilemez" bunu bana söyleyen Prof. Dr. Muammer Aksoy'du".Türkeş'in normal hukuk kurallarından yana oluşu bazı arkadaşlarının da tepkisine sebep olmuştur. Türkeş ise "Madem böyle düşünüyorlar, hukukçular bir teklif hazırlayıp altını imza etsinler. Ona göre MBK da böyle bir kanun tadilâtı yapsın, hukukçulardan imzalı bir teklif gelmesi üzerine komite de o maddeyi değiştirdi"  diyordu. Türkeş, DP'nin kapatılması için yapılan tekliflere asla itibar etmemiştir. Türkiye'deki bütün partilerin katılımıyla demokratik nizamın devam etmesini istemiştir, DP'nin kapatılması mahkemeye yapılan bir ihbarla olmuştur. İki sene kongresini yapmadığı için mahkeme kararı ile kapatılmıştır ".Türkeş, radyoda yaptığı konuşmasının mana ve ruhuna her zaman bağlı kalmıştır. "İhtilâlin hiçbir şahsa ve zümreye karşı yapılmadığı" ifade edilirken, özellikle DP yöneticileri ve DP'li vatandaşlar zikretmiştir. Yine bu beyanda "Partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırılacaktır" denilmiştir. En önemlisi "idarenin hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim edileceğinin" vadedilmiş olmasıdır. Bu da DP yöneticileri ve DP'li seçmenler için büyük bir teminat olmuştur. Sonuçta Türkeş ve arkadaşları, başı koparılan DP'ye oy ve gönül vermiş büyük vatandaş kitlesine sahip çıkmak ve onları CHP hırsı karşısında yeniden organize edip siyasî bir güç hâline getirmek istemişlerdir. MBK'nin iktidarı devralmasından sonra Alparslan Türkeş'in tesir ve telkinleriyle günümüzde faaliyet gösteren birtakım önemli müesseselerin ihtilâlden hemen sonra kurulmuş olduğu görülmektedir. Bu müesseselere en güzel örnek Devlet Plânlama Teşkilâtıdır(DPT). Bununla birlikte bir Konservatuar Kanunu ve İş Seferberliği Kanunu hazırlatmış, 212 Sayılı Basın Kanunu ile basın mensuplarının bağımsız görev yapmalarına imkân sağlamıştır. Bu yöndeki çalışmalar daha sonra Basın İlân Kurumunun doğmasına yol açmıştır. Alpaslan Türkeş'in uzun vadede gerçekleştirmeyi plânladığı reformlar arasında şunlar sayılabilir; Toprak Reformu, Tarım Kooperatifleri ve Köy Üniteleri, Yedek Subay Öğretmenlik Sistemi, İdarî Reform, İşçi Seferberliği ve Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu. Türkeş ve arkadaşları ülkenin sosyal, iktisadî ve siyasî yapısında kısa ve uzun vadeli reform hareketlerini plânlarken diğer tarafta günlük bir gazete çıkararak ileride kurmayı düşündükleri Millî Birlik Partisi vasıtasıyla kendi seslerini duyurmayı düşünüyorlardı. Bu çalışmalar sonucunda "Öncü" adlı bir gazete kurulmuştur. Gazete, gerçekte 14'lerin yayın organı olmasına rağmen bu durum kamuoyuna resmen duyurulmamıştır. Türkeş'in 1960 İhtilâli sonrasında sosyal ve kültürel alanda meydana gelen boşluğu doldurmak amacıyla kurdurmuş olduğu "Türk Kültür Derneği" ayrı bir öneme sahiptir. Derneğin kuruluş gayeleri arasında köylere hitap etmesi düşünülmüş olmakla birlikte temel felsefesi, Türk gençliğini Marksist ve bölücü ideoloji tesirine karşı uyarmak, onları millî kültürle yoğurmak, teşkilâtlandırmak olarak bizzat Alparslan Türkeş tarafından tespit edilmiştir. Türkeş, Türk Kültür Derneği'nin başına ise yakın arkadaşı Şahap Homriş'i getirmiştir. Dernek çok kısa süre faaliyet göstermiş, Türkeş'in sürgüne gönderilmesiyle atıl kalmıştır. Bugünkü Ülkü Ocakları'nın orijini olarak kabul edilmesi gereken Türk Kültür Derneği, kuruluş felsefesi ve gayesi ile Alparslan Türkeş'in fikir babalığını yaptığı bir misyonun uygulama alanındaki ilk örneği ve teşebbüsüdür. Menderes ve Arkadaşlarının İdamı Meselesi Yassıada duruşmaları 14 Ekim 1960'da başlatıldı. Demokrat Partilileri yargılamak üzere kurulan Yüksek Adalet Divanı  adlî ve askerî yargıçlardan meydana gelmekteydi. Salim Bozal'ın mahkeme başkanı, Ömer Altay Egesel'in ise başsavcı olduğu mahkeme, verdiği ölüm ve ağır hapis cezalarıyla olağanüstü dönemlerdeki askerî rejim hukukuna aykırı davranışlarıyla tarihe geçmiştir. Yassıada'da 11 ay süren mahkemelerde 592 kişi yargılanmış, 288 kişi hakkında idam cezası istenmiştir. Sonuçta Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edilmiş, 31 kişi ömür boyu hapse, 418 kişi 6 aydan 20 yıla kadar çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. 123 kişi beraat etmiş, 5 kişinin davası düşmüştür. Türkeş, MBK'ye yapılan bütün baskılara rağmen DP'li milletvekillerinin tutuklanmasına hatta hükûmet mensuplarının bile hapis edilmesine lüzum olmadığını, bunların hepsinin yurt dışına gönderilmelerinin uygun olacağı görüşünde idi. Cemal Gürsel de ona katılıyordu. Hatta Türkeş, Dışişleri Bakanı Selim Sarper ile bu konuda görüşmüş, Dışişleri bakanı yabancı devlet temsilcileriyle yaptığı görüşmeler sonucunda İsviçre Hükûmeti'nin DP liderlerini kabul edeceklerini öğrenmişlerdi. Ancak MBK bu duruma büyük tepki gösterince mesele bir müddet durdurulmuştur. Bu engeller karşısında DP liderlerinin yurt dışına gönderilmeleri mümkün olmadı. Ancak Türkeş, Yüksek Adalet Divanından idam kararının çıkması durumunda bu kararların MBK'nin tasdikinden geçmesini hükme bağlatmıştı. Böylece idam kararları çıktığı taktirde bu hükümlerin tasdik edilmesini engellemeyi  düşünmüştür. Fakat Alparslan Türkeş'in plânlarını bozan ve hesapta olmayan gelişme, 13 Kasım'da 14'lerin sürgüne gönderilmeleriyle ilgili gelişmelerdir. Böylece idamlar önündeki en büyük engel olan Türkeş'in lideri olduğu 14'ler grubu saf dışı bırakılmış ve Cumhuriyet tarihimizdeki hazin sonu hazırlanmıştır.Yassıada'da idam kararlarının çıkacağını hisseden Alparslan Türkeş, Hindistan'da sürgünde olmasına rağmen Dışişleri Bakanı Selim Sarper vasıtasıyla Cemal Gürsel'e gönderdiği mektupla idamlara karşı çıkmıştır. Türkeş, 1960 yılı Haziran aylarının başlarından itibaren başlayan Yassıada olayına görevde kaldığı 6 ay boyunca karşı çıkmış, Menderes ve arkadaşlarına verilebilecek en ağır cezanın sürgün olması gerektiği hususundaki düşüncelerini sonuna kadar savunmuştur.Alparslan Türkeş'in Cemal Gürsel'e gönderdiği 7 Eylül 1961 tarihli mektubu tarihî önemine binaen aşağıya alınmıştır;

"Orgeneralim, Yeni Delhi, 7 Eylül 1961 Size asla yazmak niyetinde değil idim. Fakat bugün memleketin yüksek menfaatleri bakımından bazı hususların dikkatinize sunulması zaruri oldu.Şöyle ki:Yüksek Adalet Divânı birkaç güne kadar eski iktidar mensupları hakkında hükmünü verecektir. Adaletin hükmüne müdahale etmek ve daima hürmetkâr bulunmak şarttır. Ancak, hükümlerin infazı yurtta mevcut durumun nezaketi göz önüne getirilince, ayrıca incelenmeğe değer görülmüştür.Yüksek Adalet Divânı'nın vereceği cezalar içinde idam hükümleri mevcut bulunduğu takdirde bunların tadil edilerek hafifletilmek cihetine gidilmesi çok faydalı olacaktır. Çünkü:a) İdam cezalarının infazı, 13 Kasım'dan beri atılan çok hatalı adımlar dolayısıyla memlekette meydana gelmiş olan huzursuzluğu daha çok arttıracaktır.b) Ölüm cezalarının infazı, yurt dışında da milletimiz ve devletimiz aleyhinde tepkilere yol açacaktır.c) Ölüm cezalarının infazı hâlinde, milletimizi bölen kin ve garaz duyguları şiddetlenecek ve 27 Mayıs'ın amacı olan Millî Birlik ruhunun geliştirilmesini güçleştirecektir.ç) Yukarıda sıralanan mahzurlarına karşılık, cezaların infazı ile memlekete sağlanacak hiçbir fayda yoktur.Esasen siyasî suçlardan dolayı, ölüm cezaları verilmesi bugünün insanlık duygularına uymamaktadır.Buraya kadar sıralanan mutalâalara ilâveten, hukuk bakımından da şu hususların incelenmesi lüzumludur.I- Yüksek Adalet Divanının vereceği idam kararlarının nihaî incelenmesi, bununla ilgili kanunun yürürlüğe girdiği tarihte tek meşru yasama organı bulunan 27 MAYIS MİLLÎ BİRLİK KOMİTESİ'ne ait idi.II- Bugün ise, yasama organı yalnız başına 13 KASIM KOMİTESİ değil, Temsilciler Meclisi ile birlikte Komite'den meydana gelen Kurucu Meclis'tir.III- Türk Anayasası'na göre, idam hükümlerinin nihaî incelenmesi, yasama organlarına aittir. Şu halde, bugün Yüksek Adalet Divanı'nın vereceği idam kararlarının yalnız 13 KASIM KOMİTESİ'nce incelenmesi hukukî ve meşru olamaz.Aksi hâlde, millet ve tarih önünde sorumlu olacağınızı hatırlatırım.Saygılarımla,Alparslan Türkeş

Mektup incelendiğinde Türkeş'in idam cezalarına karşı çıkması, siyasî, sosyal ve hukukî temellere dayandığı görülmektedir. İdamların ülkede huzursuzluğa yol açacağını ve bölünmelere sebep olacağını savunan Türkeş aynı zamanda ülkenin dış itibarının da zedeleneceğine işaret etmiştir. Hukukî açıdan ise 13 Kasım tasfiyesi ile meydana gelen yeni MBK'nin idam kararlarını incelemesi ve onaylamasının hiçbir hukukî dayanağının olamayacağının iddia ederek, idamları engellemeye çalışmıştır.13 Kasım Tasfiyesi ve Alparslan Türkeş'in Sürgüne GönderilişiMBK içindeki bir grup, en geç iki ay içinde seçim yaptırıp iktidarı sivillere devretmek düşüncesindeydiler. Bu "siviller" kavramı aslında "İnönü ve CHP" demekti. Oysa Türkeş ve arkadaşları hemen bir seçim yapılmasına taraftar değillerdi. Çünkü memlekette bir DP gerçeği vardı ve bu partiye mensup vatandaşlar her fırsatta İnönü iktidarını istemediklerin dile getiriyorlardı. Türkeş ve arkadaşları MBK'yi bir siyasî parti hâlinde organize etmeyi düşünmüşlerdi. Cemal Paşa da uygun görmüş ve bu görev Türkeş'e verilmişti. Türkeş bu konuda şöyle diyor; "Bizim görüşümüz bugün başsız kalmış bir DP'li vatandaş kitlesi var. Mademki ileride demokrasiye dönmekten bahsediyoruz,, bu DP'li vatandaş kitlesini toparlayalım,organize edelim, sonra da seçime gidelim. Ben öyle zannediyorum ki bu şeklide hareket edersek seçimi kazanabiliriz ve bu seferde seçim kazanmış iktidar olarak işe devam ederiz. İşte bizim düşüncemiz buydu".İktidarın Halk Partisine devredilmesine karşı olan Türkeş ve arkadaşları bir toplantı yaparak meseleyi müzakere ettiler. Toplantıda alınan kararlar şunlardı;

1. Yalan ihbarlarla ilgili bir bildiri yayımlanacak, bu kabil ihbarlarda bulunanlar hakkında şiddetli cezalar tatbik olunacağı bildirilecektir.2. İdare amirlerine bir genelge gönderilerek, vatandaşlara keyfî baskı ve tazyik yapılmasına mani olunması istenecektir.3. Milli Birlik Komitesi ve idare mekanizması partiler üstü kalacaktır.4. Memleket şartları henüz seçime müsait değildir

O gece varılan fikir birliği komiteye de aynen intikal ettirilmiştir. İhtilâl idaresinin dört yıl daha iktidarda kalması teklif olunmuş, ayrıca bunun halk oyuna sunulduktan sonra gerçekleşmesi istenmiştir. MBK'nin 25 üyesi bu önergeyi imzalamıştır. Türkeş ise dört yıl sonra yapılacak seçimlerde CHP karşısına Millî Birlik Partisi olarak çıkılmasının 27 Mayıs ilkelerine uygun düşeceğini belirtiyordu. Türkeş, Millî Birlik Komitesinin kuruluş gayesini anlatarak, Komitenin ihtilâl hareketini başardıktan sonra memlekette köklü reformlar yapmak, müsait seçim zemini hazırlamak ve seçimlere Millî Birlik Partisi adıyla katılmak için kurulmuş olduğunu söyledikten sonra şöyle dedi;

"27 Mayıs İhtilâli'nin gayesine ulaşabilmesi için Komitenin kuruluş sebeplerini ortadan kaldırması lâzımdır. Reformları gerçekleştirinceye kadar idareyi elimizde bulundurmak mecburiyetindeyiz".

MBK Başkanlığına verilen 25 imzalı bir önerge ile, ihtilâl idaresinin dört yıl iktidarda kalması, bunun için de referandum yapılarak halkın arzusunun tespit edilmesi isteniyordu. Bu önergeyi imzalayan üyeler şunlardı: Cemal Gürsel, Cemal Madanoğlu, Sıtkı Ulay, Fahri Özdilek, Osman Köksal, Sami Küçük,Suphi Gürsoytrak, Kamil Karavelioğlu, Suphi Karaman, Muzaffer Yurdakuler, Kadri Kaplan, Mehmet Özgüneş,Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı, Muzaffer Özdağ, Rifat Baykal, Fazlı Akkoyunlu, Ahmet Er, Dündar Taşer, Numan ;Esin, Mustafa Kaplan, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce, Muzaffer Karan ve Münir Köseoğlu.Önergenin okunması üzerine Türkeş yeniden söz aldı. Arkadaşlarıyla aynı görüşte olduğunu, fakat dört yıl sonunda yapılarak seçimlere Halk Partisi'nin karşısında Millî Birlik Partisi olarak gidilmesinin 27 Mayıs ilkelerine uygun düşeceğini belirtti. Ahmet Yıldız, Haydar Tunçkanat, Şükran Özkaya, Selahattin Özgür, Emanullah Çelebi, Sezai Okan, Fikret Kıytak, Vehbi Ersü, Mucip Ataklı, Refet Aksoylu ve Ekrem Acuner önergenin tümüne itiraz ediyorlardı. Bunlar eski görüşlerini ısrarla savunuyorlar ve seçimlerin en kısa zamanda yapılmasının ve iktidarın seçimim kazanacak partiye devredilmesinin , böylece 27 Mayıs günü millete yapılan vaadin yerine getirilmesinin gerektiğini belirtiyorlardı.Başkan Cemal Gürsel, Türkeş'in görüşüne katıldığını söyleyince, önergede imzaları bulunduğu hâlde çekimser davranan bazı üyeler de meselelerine sahip çıkmışlardı. Uzun tartışmalardan sonra, Millî Birlik Komitesinin dört yıllık iktidarda kalması, köklü reformlar yapması, bunun için referanduma başvurulması ve dört yıl sonra yapılacak seçimlere Millî Birlik Partisi olarak iştirak edilmesi 11'e karşı 26 oyla kabul edildi. Komite bu kararı 1960 yılının Eylül ayı başında almıştı.Kararın alınmasından sonra bütün Komite üyelerinin halkla temasa geçmeleri, onların arzularını öğrenmeleri ve edinecekleri intibaı Komiteye getirmeleri için bir gezi programı hazırlanmış teklif edilmişti. Bu teklif de kabul edildi ve Komite üyelerini 15 Eylül'de başlamak ve Eylül sonunda tamamlanmak üzere yapacakları gezileri programlaştırmak için bir komisyon kuruldu. Bu olaylar cereyan ettiği sıralarda Komite 14'ler, 11'ler, 7'ler ve 5'ler olmak üzere dört gruba ayrılmıştı. 14'ler grubunu Alparslan Türkeş, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı,Muzafer Özdağ, Rifat Baykal Fazıl Akkoyunlu, Ahmet Er, Dündar Taşer, Numan Esin, Mustafa Kaplan, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce, Muzaffer Karan ve Müner Köseoğlu; 11 ler grubunu Ahmet , Haydar Tunçkanat, Şükran Özkaya, Selahattin Özgür, Emanullah Çelebi, Sezai Okan, Fikret Kuytak, Vehbi Ersü, Mucip Ataklı, Refet Aksoyoğlu ve Ekrem Acuner; 7 ler grubunu Sami Küçük, Suphi Gürsoytrak, Kâmil Karavelioğlu, Suphi Karaman, Muzaffer Yurdakuler, Kadri Kaplan ve Mehmet; Özgüneş; 5'ler grubunu da Cemal Gürsel, Cemal Madanoğlu, Fahri Özdilek, Sıtkı Ulay ve Osman Köksal teşkil ediyorlardı. 14'ler grubunun lideri Alparslan Türkeş, 11'ler grubunun lideri Ahmet Yıldız, 7'ler grubunun lideri Sami Küçük ve 5'ler grubunun lideri de Cemal Gürsel idi. 14'ler Komiteye hâkim gruptu ve toplantılardan istediği kararı çıkarmasını biliyordu. Maksadı dört yıl iktidarda kalmak, daha sonra parti olarak Halk Partisi'ni karşısında seçimlere girmekti. Türkeş, Komite bu konuda karar almadan önce meseleyi Devlet ve Hükûmet Başkanı Cemal Gürsel'e de açmış Milli Birlik Komitesinin Millî Birlik Partisi hâline getirilmesi için onun mutabakat ve muvafakatini almıştı. Gürsel'in talimatı üzerine bazı politikacılarla bu konuda temasa geçen Türkeş meseleyi Ekrem Alican, Aydın Yalçın ve Necip San'la görüşmüş, hatta partinin tüzüğünü hazırlamak üzere CKMP Milletvekili olan Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Albay Fuat Uluç'u görevlendirmişti. 13 Kasım İhtilâli yapıldığı sırada partinin tüzüğü kısmen hazırlanmış bulunuyordu. 11'ler grubunun maksadı, seçimleri en kısa zamanda yapmaktı. Bunlar böylece 27 Mayıs İhtilâli'nin hedefine varmış olacağına inanıyorlardı ve Halk Partisi ileri gelenleri ile sıkı temas hâlinde bulunuyorlar. Onların görüşlerinden istifade ediyorlar, hatta bu görüşleri zaman zaman Komite toplantılarına bile getiriyorlardı.7'ler grubu, 14'ler ve 11'ler arasında denge unsuru olarak vazife görmek istiyordu. Daha ziyade 14'ler grubuna yatkın fikrî çalışmalarda bulunuyordu. Çoğunluğu generallerden kurulu 5'ler grubu ise bütün grupların üstünde tarafsız ve uzlaştırıcı bir politika takip ediyordu. Bununla beraber 5'ler grubu da çok zaman 14'ler grubunun fikri temayülleri istikametinde hareket ediyorlardı.Aynı tarihlerde İnönü tarafından "Tabiî Senatörlük" olayı ortaya atılmıştı. Türkeş ve arkadaşları böyle bir şeyin millet huzurunda edilen yemine ihanet olacağını ileri sürerek buna karşı çıkmışlardı. Sonuçta 26'ya 11 çoğunlukla bu fikir de reddedilmişti.

Türkeş MBK üyesi subayları şu üç kategoriye ayırır;1. Yarışçılar; Milletimiz kendi ayakları üzerinde kurabilecek kuvvetli ve müreffeh bir seviyeye getirmek gücünü kendilerinde bulanlar, 2. İstikballerini CHP'ye Bağlayanlar; İktidarı CHP'ye devredince her şeyin düzelebileceğini sanıp kendilerine teklif edilen ebedî parlâmento koltuklarını ve altın heykelleri hayal eden gafiller,3. Olaylara Seyirci Kalanlar : Hiçbir mesele ile ilgilenmedikleri için olayların akışına tâbi olanlar.

İşte bu bölünmüşlük ihtilâli yok etmenin başlangıcı olabilirdi. Ayrıca Türkeş grubunun, Tabiî Senatörlük fikrini reddetmelerinin kendilerine karşı düşmanlığı arttırdığı açıktır.Bir diğer sebep ise komünistlerin 27 Mayıs'tan azamî ölçüde faydalanma çabası içinde olmaları ve milliyetçi, Türkçü, aynı zamanda radikal reformcu ve sosyal adaletçi hareketlere karşı her türlü propaganda faaliyetini gerçekleştiriyor olmalarıydı.İnönü'nün ortaya atmış olduğu ırkçılık ve Turancılık suçlamalarıyla hem yurt içinde hem de yurt dışında Türkeş'i tanımayan çevrelerde fanatik ve korkunç bir insan tipi doğmuştur. Bu da 13 Kasım'ın meydan gelmesinde önemli rol oynamıştır. Türkeş, 13 Kasım Hareketi'nin ortaya çıkmasına sebep olarak mason olma tekliflerinin reddedilmesini gösterirken bir diğer sebep de şuydu; Türk milletini çağdaş medeniyete ulaştırmak, ülkü, kültür birliği yoluyla manevî bir kalkınma sağlamak sosyal ve iktisadî reformları milliyetçi bir açıdan gerçekleştirmek amacı gütmek yerine hemen bir anayasa düzenleyerek memleketin yönetimini hukuk esasına bağlamak yoluna gidenler meşru ve haklı davranışlarına tahammül edemedikleri bir kısım MBK üyelerine karşı Anayasayı ihlâl ederek bir ihanet hareketinde bulunmuşlardır.Türkeş'in ifadesinden 13 Kasım Hareketi'ni çok önce sezmiş olduğu anlaşılmaktadır: "Eylül ayından itibaren komite artık birbirine düşman iki grup hâlindeydi. İnönü 'de komite de olup bitenleri dikkatle takip ediyor ve endişeye kapılıyordu. İnönü yanına partinin ileri gelenlerini de alarak Gürsel'i ziyaret etti. Kendisiyle uzun bir görüşme yaptı. Ertesi gün görüşmeler alt kademelerde cereyan etti, fakat gizliliğine son derece dikkat olundu. Ne olmuşsa bu görüşmelerden sonra olmuş, 13 Kasım İhtilâli ufukta görülmeye başlamıştı ". Ayrıca Türkeş ve arkadaşları "Kurucu Meclis" fikrine de karşıydılar ve "Millet Şurası" adlı bir meclisin acele toplanmasını istiyorlardı. Konu hakkında Türkeş şunları söylemektedir; "1960 Ekiminin son günlerinde MBK bir Kurucu Meclis kurulmasını faydalı mülahaza etti ve bunun için gerekli hazırlıkları yaptırmak vazife ve yetkisini Cemal Gürsel Paşa'ya verdi...Gürsel Paşa'nın toplanacak Kurucu Meclis'in Anayasasını hazırlamak ve gerekli düzeni yapmak üzere üç kişilik bir kurul kurduğunu öğrendik. Bunlar CHP'li idiler. Böyle bir kurulun hazırlayacağı Kurucu Meclisin partizan bir kimliğe bürüneceği yolunda büyük endişelere düştük... Paşa tarafından seçilmiş olan üç kişinin CHP'li oluşunu şiddetle tenkit ettik ve bunun mahzurlarını belirttik Kurula tarafsız ilim adamlarından ve diğer partilerden dört üye daha katılmasını teklif ettik. Toplantı sonuçsuz dağıldı ... Tüm bu olaylar 13 Kasım'a yol açmıştır." Türkeş, 13 Kasım Hareketi'ni, 27 Mayıs'ı arkadan hançerleme şeklinde değerlendirmektedir. Türkeş'e göre; "13 Kasım aynı zamanda bir anayasa ihtilâlidir. Bütün Millî Birlik üyelerini kabul ve imza ederek ilân ettikleri 27 Mayıs Anayasasının çiğnenmesidir. Bir tarafta Yassıada'da eski iktidar mensupları Anayasayı ihtilâlden muhakeme edilirken, bir tarafta da 13 Kasımcılar kendi yaptıkları Anayasayı ayaklar altına alarak 27 Mayıs'ı katletmişlerdir..... 27 Mayıs memleketi hızla kalkındırmak için güzel bir fırsattı. Bu fırsat heder edildi. 27 Mayısçı rolüne çıkmaları ve 27 Mayıs'ı savunur görünmeleri çok hazindir. Bunların yaptıkları 27 Mayıs'ı savunmak değil kendi çıkarları için 27 Mayıs'ı istismar etmektir"  demiştir.Türkeş'in 13 Kasım'ın sebepleri üzerindeki görüşlerini özetlemeye çalışalım: "Bizim ne İnönücülere, ne de Gürselcilere benzer tarafımız vardı. Biz ne havaî iktidar ile sermesttik, ne de şahsî ikbal peşindeydik. Biz uzun süredir tedavi görmeyen birçok memleket yaralarının kangren olmasını önlemek istiyorduk. Biz de sabırsızdık ama memleket dertlerinin bir an evvel çözümlenmesi için..." Türkeş, ihtilâlin iktidarı İnönü'ye devretmek maksadıyla yapılmadığını bütün baskılara rağmen kendisinin ve arkadaşlarının her zaman bu fikre şiddetle karşı çıktıklarını belirtir. Nitekim İnönü'nün de daha sonra kendilerine hak veren beyanatlarının olduğuna da eklemektedir.Türkeş, 13 Kasım'ın bir diğer nedeni olarak, MBK'de bir kısım üyelerin siyasî bir ülküden, siyasî, içtimaî bir gayeden yoksun olmalarını gösterir. Bunun için de CHP'nin ortaya attığı her türlü fikre heyecanla sarılmışlardır. MBK içinde ihtilâlin daha ilk günlerinde başlayan görüş ayrılığı 1960 Eylülünün başında artık çözümlenemeyecek bir hâle gelmişti.1960 yılının Ekim ayında ise Alparslan Türkeş, Başbakanlık Müsteşarlığı'ndan istifa etti. 14'ler grubunda çare olarak "komitenin fikirsiz kanadını budamak"  şeklinde görüş ortaya çıkmıştı. İlk olarak 14'lerden Alparslan Türkeş ve Dündar Seyhan'ın düşündüğü tasfiye hareketi, komite içinde ihtilâlin gayelerine ters düşen 4-5 kişinin ülke dışına sürgüne gönderilmesi şeklindeydi. Grupta tasfiye hareketi göze alamayan üyeler de mevcuttu. Onlara göre, karşı tarafla görüşmek suretiyle meseleleri hâlledilebilirdi. Alparslan Türkeş ise ikinci bir operasyon günlerini olduğunu ve tedbir almalarının gerektiği ısrarla vurgulamıştır.Kasım ayı başlarında Türkeş, Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay, Numan Esin ve İrfan Solmazer ile İstanbul'da yaptığı görüşmeler sonunda tasfiyenin yapılmasına karar verilmiş hatta bir de harekât plânı hazırlanmıştı. Ancak Türkeş'in haricinde diğer dört MBK üyesinin durum Cemal Gürsel'e bildirmesi Komite içinde "karşı ihtilâlin" doğmasına sebep olacaktır .14'lerden daha erken davranan Cemal Gürsel, 6 Kasım 1960 Pazar günü İstanbul'dan hareket ederek Ankara Etimesgut Askerî Havaalanı'na inen MBK'nin beş üyesinden Alparslan Türkeş, Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay, Numan Esin ve İrfan Solmazer'in tutuklanmaları için Ankara Komutanı General Madanoğlu'na emir verdi. Madanoğlu "Komutanım ben onların icabına bakacağım. Bugün acele etmeyelim" diyerek MBK içinde bir iç hesaplaşmayı başlatmıştı. Bu hadiseden bir hafta sonra 13 Kasım 1960 günü bir baskınla MBK'nin 14 üyesi yakalanarak elçiliklerimiz nezdinde ihdas edilen müşavirliklere gönderilmiştir. Kurmay Albay Alparslan Türkeş'in Gazi Osman Paşa Kader Sokak'taki özel konutuna saat 9.30'da gelen sivil bir görevli Cemal Paşa'nın mektubunu tebliğ etmek istemiş, bunu kabul etmeyen Türkeş'in kapısı kırılmak suretiyle tebliğ işlemi, zor kullanılarak yapılmıştır.Cemal Paşanın mektubunda Türkeş'in MBK üyeliğinin sona erdiği bildirilmekte, ikinci bir emre kadar evden çıkmaması istenmekteydi. Türkeş hatıralarında o andaki tutukluluk hâlinden kurtulabilse idi güvendiği birliklerle irtibata geçmek suretiyle karşı harekâtı bastırabileceğini ifade etmiştir. Ancak Türkeş düşündüğünü gerçekleştirememiş gelişmeler karşısında sessiz kalmıştır. 27 Mayıs İhtilâli'ni gerçekleştiren Millî Birlik Komitesi 38 kişiden meydana gelmişti. İçlerinden General İrfan Baştuğ bir trafik kazasında ölünce, Komite 37 kişiye düştü. 13 Kasım 1960 Operasyonunda ise, bu üyelerden 14'ü daha uzaklaştırılıyor, yurt dışına sürgün ediliyordu. 14'lerin yeni görev yerleri şöyleydi;

Alparslan Türkeş :Yeni Delhi (Hindistan)

Orhan Kabibay :Brüksel (Belçika)

Orhan Erkanlı :Mexico City (Meksika)

Münir Köseoğlu :Stockholm (İsveç)

Mustafa Kaplan :Lizbon (Portekiz)

Muzaffer Karan :Oslo (Norveç)

Şefik Soyuyüce :Kopenhag (Finlandiya)

Fazıl Akkoyunlu :Kâbil (Afganistan)

Rıfat Baykal :Tel-Aviv (İsrail )

Dündar Taşer :Rabat (Fas )

Numan Esin :Madrid (İspanya)

İrfan Solmazer :Lahey (Hollanda )

Muzaffer Özdağ :Tokyo (Japonya )

Ahmet Er :Trablus (Libya )

Türkeş, 27 Mayıs ihtilâli ile ele geçirilen iktidar dönemlerinde Türkiye'nin temel meselelerini çözme yolunda bazı teşebbüslerde bulunmayı önemli bir fırsat olarak görmüştü. Türk Kültür Birliği Teşkilâtının kurulması, eğitim seferberliği, yedek subayların eğitim hizmetlerinde kullanılmaları hep bu tür teşebbüslerin ürünleriydi. Türkeş daima "Millî eğitim davası çözülmeden hiçbir davanın muvaffak olmasına imkân yoktur" düşüncesindeydi. A. Türkeş'in yaptığı bir konuşmada, ihtilâli tarifi ve konuyla ilgili benzetmeleri oldukça ilgi çekicidir; "İhtilâl bir deniz fırtınasına benzer. Rüzgâr kesildikten sonra dalgalanmalar devam eder. Bugün bu çalkantıları durdurmak için dalga kıran olmaya çalışanların o günkü fırtınada sürüklenmelerini kendileri için bir suç saymıyorum. İhtilâlci ile maceracı arasındaki fark, doktor ile kasap arasındaki farka benzer. Doktor da bıçak kullanır kasap da. Ancak doktor yaşatmak, kasap öldürmek için. İhtilâlci de cemiyet yarasını deşmek için çoğu hâllerde bî-günah kimselere zarar vermeye mecbur kalır. Bu eşyanın tabiatında bulunan zarurî bir ıstıraptır. 27 Mayıs Operasyonunu ayıplarken bu ıstırabın en az olmasına çalışıldı. Başarıldı da. Ancak nekahati uzun ve ıstıraplı oldu. Zira operatörler ortadan çekildi, yerlerini kasap çırakları aldı".27 Mayıs İhtilâli'nde Türkeş'in diğer komite üyelerinden farklı ve mümeyyiz yönleri mevcut idi. Türkeş ihtilâl komitesinde daha işin başından itibaren ne yapmak istediğini bilen, plân ve stratejisini ona göre kuran ve ele geçirdiği fırsatlardan bu yolda istifade etmesini bilen bir kurmay subay olarak temayüz etmiştir. Türkeş bu özelliği ile çeşitli kimselerin dikkatlerini üzerine çekmiş ve onların tek hedefi olmuştur. Türkeş milliyetçi ruh ve heyecan ile Türkiye'nin tarihî gelişimi içinde çözümlenememiş, temel meseleleri çözeceklerine samimiyetle inanmıştır.Türkeş, 27 Mayıs İhtilâli ile bozulan, zedelenen millî birlik ve beraberlik ruhunu yeniden ihya etme gayreti içinde olmuştur. İhtilâlin kin ve nefret tohumları ekmesine engel olmaya çalışmıştır. Bu düşüncelerini en iyi ifade eden de, şüphesiz ilk radyo konuşmasıdır. Türkeş kansız bir ihtilâl düşünmüştür. Daha ilk günlerde Bayar ve Menderes ile konuşmuş DP yöneticilerinin yurt dışına gönderilmelerini arzu etmiştir. Fakat iktidar koltuğu için hırs ile yanıp tutuşan zihniyetin mukavemeti ile Türkeş ihtilâl bünyesinden koparılarak yurt dışına sürülmüştür. Türkeş oradan bile devlet ve hükûmet başkanına mektuplar göndererek idamlara engel olmaya çalışmıştır.

Sonuç olarak 27 Mayıs İhtilâli'ni en güzel Alparslan Türkeş'in değerlendirmesi ifade etmektedir; "Ben 27 Mayıs tecrübesini geçirdikten sonra, o kanaate vardım ki, ihtilâl yoluyla bir memlekete hizmet etmek mümkün değildir.Ne kadar eksik, ne kadar aksayan tarafları olursa olsun hukuk yoluyla bir memlekete bir millete hizmet en iyi yoldur...İhtilâl otoriteyi yıkar, anarşi başlar. Bu anarşiyi durdurmak,yeniden otoriteyi ve düzeni kurmak çok güç bir meseledir. Ve memleket bundan zarar görür. Bunun ben içinde bulundum, fiilen yaşadım, Memleketin aydınlarına, vatansever insanlarına tavsiyem şudur; "En kötü hukuk nizamı, en iyi ihtilâlden iyidir".


MERHABA ZİYARETCİ İP ADRESİN 3.139.238.76
DİRİLİŞİN YENİ ADI ÜMİT ÖZDAĞ
 
ÖLDÜKTEN SONRA VURDULAR BENİ
ABDULLAH ÇATLI KİTAPLARI VE HAYATI vb....
(189 Gelen 996 Giden)

DAMAR SÖZLER
damardan sozler sohbet muzık vb
(0 Gelen 999 Giden)

Abdullah ÇATLI
babamçatlı
(0 Gelen 900 Giden)

ÜLKÜM
ay-maral-can.tr.gg
(0 Gelen 581 Giden)

Anan
orosbu çocuğu kürtler
(0 Gelen 545 Giden)

Senin linkin burada olsun mu?
O zaman buraya kaydını yaptır:
=> Kayda git
ÜLKÜCÜNÜN 3 ANA AMACI VE KURALLARI
 
Ülkücünün 3 Ana Amaci...??????
____________________________
Ülkücüler bir kutlu yolun yolcularıdır.
Her ülkücü başbuğumuzun çizdiği çizgiden
asla sapmadan ve liderinin emir
ve görüşlerine riayet ederek davasına
hizmet etmekle mükelleftir. Lider,Doktrin ve
Teşkilat görüşüne bağlı olma konusunda en
ufak verilecek bir taviz Ülkücü Hareketi geriye
gotürecek ve hedefinden saptıracaktır.Bu sebeple Başbuğumuzun fikirlerini ve ülkülerini iyi
öğrenmeli,Liderimize inanmalı ve teşkilatlarımıza
da sahip çıkmalıyız.

Ülkücü Hareket,devletimiz,dinimiz ve milletimiz
için var olan ve bu değerler için mücadele veren,
Türk Milletinin insanlık aleminin en
şerefli milleti olduğuna inanan bir harekettir.

Ülkücü Türk Milliyetçileri olarak Türk Dünyasının başbuğu,Milliyetçi ve Ülkücü Hareketin kurucusu
Alparslan TÜRKEŞ in izinden giden her
Türk Ülkücüsünün 3 ana amaçla yükümlü olduğunu bilmeliyiz.Bunlardan asla taviz verilmemelidir.
Nedir bunlar;

1- Her Ülkücü şahsiyetini,geliştirmeli
ve bulunduğu ortamda çevresine fikri
bakımdan donanımlı olmak üzere birikimlerini
yayabilecek konuma mutlaka yükselmeyi
hedeflemelidir.Ayrıca ışığını çevresine
yayabilmelidir. Ülkücü şahsiyetçi olmalıdır.
Şahsiyeti ezen toplumculuğa değil,
insanları sömüren ferdiyetçiliğe (Liberalizme)
değil,hürriyet ortamı içine insanı yücelten bir
görüşe sahip olmalıdır.
Mesleğinde kesinlikle 1 Numara olmak zorundadır.
Ülkücülüğü iyi öğrenmeli ve öğretebilmeli,
yaşayışına hakim kılmalıdır.Bulunduğu
ortamda örnek insan konumuna mutlaka gelmelidir.

2- Her Ülkücü,Türk Milletinin yücelmesi için,
gelişmesi için ve Türk Milletinin dünyanın
en gelişmiş milleti ,başkalarına avuç açmayan,
çağdaş medeniyetin en ön saflarına geçirmeye,ilimde,teknikte,medeniyette
yeryüzünün en kuvvetli milleti haline
getirmeyi,kısaca Türklüğü yüceltmeye
çalışmalıdır
.Daima Türk Milletinin menfaatlerini
şahsi menfaatlerinin önünde tutmalı
ve bu doğrultuda hiçbir fedakarlıktan
kaçınmamalıdır.

3- Ülkücü,tüm insanlığın refahı
,mutluluğu ve huzuru için savaşmalı
ve bunun için mücadele etmelidir.

Ülkücü Türk Milliyetçileri olarak,
başbuğumuzun bizlere ifade ettiği
üç ana amacı asla unutmadan
,hayatımıza aksettirmeli ve davamızı
yaşamalıyız
.Bu konuda Türk Milletinin geleceği
Ülkücülerin güçlü olmasıyla doğru orantılıdır.

ÜLKÜCÜLER NE KADAR GÜÇLÜ,DONANIMLI
VE BAŞARILI İSE TÜRK MİLLETİDE O KADAR GÜÇLÜ,DONANIMLI VE BAŞARILI OLACAKTIR.

ALLAH (C.C) TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN.
ÜLKÜCÜ TÜRK
 
BIZE IRKÇI , FAŞIST,KAFATASÇI,BÖLÜCÜ DIYECEKLER ALDIRMAYACAĞIZ.BIZI SAHTE ATATÜRKÇÜ OLMAKLA , TÜRKÇÜ OLMAKLA SUÇLAYACAKLAR YILMAYACAĞIZ.BIZE DINSIZ DEME HAKKINI KENDILERINDE GÖRECEKLER, MÜCADELEYE DEVAM EDECEĞIZ.AVRUPALI ,ABD'LI AMCALARININ SÖZÜNDEN ÇIKMAYACAKLAR VE BIZ YALNIZCA TÜRKLERIN VE TÜRK DOSTLARININ BIZDEN TARAF OLDUĞUNU BILEREK , HEPSINE KARŞI KOYACAĞIZ VE KAZANACAĞIZ.BU CIBILIYETSIZLER KENARDA KÖŞEDE HAVLAYIP DURACAK, BIZ IŞIMIZE BAKACAĞIZ. MUHTAÇ OLDUĞUMUZ KUDRET DAMARLARIMIZDAKI ASIL KANDA MEVCUTTUR!!!ÇÜNKÜ BIZ TÜRK'ÜZ...
ülkücü siteler
 
a
TÜRK İSLAM BİRLİGİ HEDEF TURAN
 
Bu Site Milliyetçi Siteler Üyesidir-Gitmek İçin Tıklayınız''ülkücü ülkücü
 
Bugün 3 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
ßu sitede yazılanların hiçbiri doğru olmak zorunda değildir. Doğruya yakın olmaları tamamen tesadüftür ve bütün tesadüfler gibi kaçınılmazdır. yazıların tüm hakları yazarların kendilerine aittir.üye kimlik bilgileri hukuki zorunluluklar haricinde üçüncü şahıslara verilmez. kaynak göstermeksizin siteden ALINTI yapmak caiz değildir.ßy_Ko1!k.. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol